20 Aralık 2008 Cumartesi

Bir "Yapma Hayrettin" Hadisesi


Doğduğum ve çocukluğumun geçtiği kasabanın bir futbol takımı vardı. Gayriresmi ve kasabamızın abilerinden oluşan takımın 11' i maça çıkarken belli olurdu. Belediye binasından anons yapılırdı ve o gün kim varsa artık belediyenin önünde toplanır ve maç için belediyenin otobüsüne doluşurdu. Taraftar olarak biz de sıkışırdık otobüsün bi köşesine, zaten ben küçüktüm ve her yere sığıyordum. En büyük rakibimiz ilçenin takımı Güdülspor'du ve aynı zamanda resmi forma tedarikçimiz de onlardı. Tabi formaların voleybol takımının formaları olduğunu sonradan öğrendik.(gerçi numaraların yan olmasından şüphelenmiştim ben ama neyse)

Güdülspor mavi-beyaz formayla çıkardı ama bizim belirli bir formamız olmadığından sabit bir takım rengimiz de yoktu. Siyah-beyaz, kırmızı-beyaz, sarı-beyaz, sarı-siyah gibi renklerle sahaya çıkmışlığı vardı takımın. Gerçi sonradan abilerimizden biri göğüs reklamı olarak un fabrikalarının ismini yazdırıp sarı-lacivert bir forma yaptırmıştı, bu da bizim ilk resmi formamız olmuştu. Ama biraz sonra anlatacağım maçın formaları mor-lacivert gibi enteresan renklere sahipti.

Sabah başlayıp akşam ezanıyla sona eren futbol maçlarımızı icra ettiğimiz bir cumartesi günü belediye anonsörünün sesiyle fırlayıp kendimizi belediyenin önünde bulmuştuk. Güdülspor'la önemli bir maçımız vardı-gerçi bizim tek tük maçımız olduğu için önemsiz maçımız yoktu-. Yavaş yavaş toplandı herkes takımın kaptanı değirmenci Tuncay abiydi ve forma çuvalları onda dururdu. O gün benim için kutsal görev olan formaları taşıma ve dağıtma görevini bana vermişti. Ben de sonsuz bir mutlulukla otobüsün bagajına yerleştirdim ve kimler gelecek diye merakıma devam ederken gelenlerin arasında abimin de olduğunu gördüm. Mağrur bi şekilde abimle birlikte otobüse bindim ve yola çıktık. İlçeyle aramızda bi dağ var sadece orayı aşınca ilçe görünür ve hafiften bir heyecan sarardı beni. Otobüsün üzerinde belediyenin ismi yazılı olduğundan daha ilçeye girmemizden itibaren yuhalamalar ve el kol hareketleri eşliğinde ilçenin toprak sahasına vardık.
Hemen üzerime zimmetli formaları alıp soyunma odasına koştum ve abilere istedikleri formaları dağıtmaya başladım. Ama bir tek 5 numaralı formayı sakladım kenara, abimin gelmesini bekledim. O yaşta olmama rağmen Dünya kupaları kitapçığı ve tv den izlediğim eski görüntüleri kadarıyla sıkı bir Beckenbauer fanatiğiydim ve bu formayı abimin giymesini istemiştim. Zaten defansta oynuyordu. Üstlerine giydikleri yandan numaralı voleybol formaları ve altlarında kiminin şort, kiminin de eşofmanla çıktığı belirli bir taktik dizilimi olmayan takım sahaya çıktığında Mean Machine filmindeki sahne oluşmuştu sanki. Bir yanda kimin oynayacağı çok önceden belli düzenli renklere ve formalara sahip gardiyan takımına benzeyen Güdülspor, diğer yanda ise içlerinde 2 saat önce hayvanların yemini verirken yapılan anonsla birden futbolcu olarak kendini bulanların bulunduğu derme çatma mahkum takımı hüviyetindeki Çağa Belediye Spor. Hakemin Güdülspor'lu olmasının da bu görüntünün oluşmasında katkısı var tabi.
O hakemin düdüğüyle başlayan maçta bizim takım savunma takımı kimliğine bürünmek durumunda kalmıştı. Orta sahayı çok nadir geçiyorduk. Ender gelişen Osasuna ataklarından birinde stilini Rıdvan'a benzetip"Şeytan" lakabını taktığımız Sıtkı abimiz vurdu ve gol oldu. Ben yedek kulubesinin yanındaydım ve olduğum yerden havaya sıçradım.

Derken devre bitti ve biz toplandık. herkes umutlu bir şekilde 2. golün hesaplarını yapıyordu ama Mithat adında bir abimiz vardı ve savunma yapalım diyordu sanırım futbolun dna sından bir tek o anlıyordu. Onun sözlerine rağmen bizim takım nasıl başladıysa öyle devam etti, bu arada ben de bizim kalenin arkasına geçtim ordan izlemeye devam ettim. Bilinçsiz oyunumuza rağmen gol yemeden dakika 90'a kadar geldik ve abim de müthiş oynamıştı. Tam da maç böyle bitecek derken ceza sahasının hemen önünde bir ikili mücadelede Kara Mehmet dedikleri bir çocuk kendini yere attı ve hakemde haliyle serbest vuruş verdi. Baraj yapıldı herkes birilerini tutuyordu, abim de kale sağ yan direğinin hemen önündeydi ve sanırım bunu farkedememişti. Atış yapıldı herkes abimin kafasıyla topu çıkarmasını beklerken o başını eğdi, sonra arkasını döndüğünde dışarı çıkmasını beklediği topu kalenin içinde gördü onunla beraber hepimiz yıkıldık ama ben ayrı bir utanç duyuyordum. Gururlanmaya hazırlanırken olmuştu ve ne hissetmem gerektiğini de bilemiyordum açıkcası. Abimin diz çökmüş hali hala gözümün önünden gitmiyor.
Ama beni o maçta rahatlatan bir sonuçla yuhalanmadan ayrıldık ordan. Uzatmalarda yediğimiz 3 golle birlikte kasabanın yolunu tuttuk. Abimin kendi isteğiyle son maçı olması da olayın diğer bir dramatik yönüydü...

18 Aralık 2008 Perşembe

Şansı Yaver Gitmek Bu Olsa Gerek


Bu yıl ki UEFA kupası müsabakaları başlarken bir çoğumuzun sadece ismini duyduğu ya da duymadığı bir takımdı Metalist Kharkiv. Kendi liginde iyi gidiyordu ama buna rağmen Beşiktaş'ın onları elemesi bekleniyordu. Ama turu geçip gruplara kaldılar.

Gruplarda oynanan maçlar sonunda B Grubunda Metalist'in 1-0 lık üç maç ve 0-0 lık bir maçla 10 puan toplayıp grubu birinci bitirmesi UEFA ' nın artık bir sistem değişikliğine gitmesini işaret ediyor, tabi bunu bol gollü ve mücadeleci bir futbol istediğini söyleyen Platini de görebiliyorsa. Maçlarda golleri attıkları dakikaların 80 den sonra olması da oynadıkları futbolun estetikten uzak fizik üstünlüğüne bağlı olduğunun bir göstergesi. Benfica'nın direkten dönen 2 topu ve bazı fırsatları harcaması Metalist'in galibiyetine zemin hazırladı.

Ama şans ilerki maçlarda bu takımın yakasını bırakabilir bu da futboldan zevk almak isteyenler için güzel bir olay olacaktır muhakkak.